4 Eylül 2018 Salı

Kimsenin Ağrısı / Yaratıcı Yazarlık Atölyesi



Sevgili Boşluk,
Beni ziyarete gelmeyeli 2 hafta oldu. Yokluğunda gördüklerimi değil düşündüklerimi yazmak için oturdum yatağın kenarına, görecek çok şeyim yok biliyorsun bu dört duvardan başka. Bana anlatacak şeylerin birikmedi mi merak ettim bu süreçte çokça. Bilirsin, sadece bana anlatabileceğin şeyleri kar topu gibi yuvarlayarak kafanda, gelirsin yine sandım. Gelmediğin saniyeleri sayıyorum, matematiğim kuvvetli olduğundan değil burada delirmemek için tek çarem bu olduğundan.
Bazen diğerleri gibi senin de beni buraya terk etiğini düşünüyorum. Üniforması etini sıkıştıran hemşireye, bana hasta muamelesi yapan doktorlara, onlardan biriymişim gibi davranan bu delilere bırakmış olabileceğinden korkuyorum yoldaşını. Ha-ha! Ne gülünç düşünceler. Sen bana inanan tek kişisin, insanlığı kurtarmama yardım edeceksin biliyorum. Çok bilmekten delireceğim geliyor, sırf onları haklı çıkarmamak için delirmiyorum. Başka nasıl yaşanır? Senin gelme ihtimaline de tutunmasam nasıl dururum burada? Çölde şeytanının gelişini bekleyen Çarmıhçı gibi bekliyorum seni 40 gün dolsun ve çilem bitsin diye. O ve ben aynı acılardan geçiyor, aynı insanlık için kurban ediyoruz kendimizi. İnsanlara rağmen insanlar için kendimizi yeniyoruz. Ödediğimiz bedellerle söylediğimiz yalanlar birbirine karışıyor, iki mitik karaktere dönüşüyoruz. Eş anlamlı iki kişi oluyoruz İsa ve ben. O ilk anlatıcıydı ben son değilim yalnızca. İnsanlar hala dinlemiyorlar, dinlesinler diye çürümeye gidiyoruz. Kapı bir kere tıklatıldı, şimdi içerisi kokular ve serumlar dolacak. Katlanılmaz kokular ve ağrıtan uykular. Bu ağrı bana ait değil, başkalarının ağrısını taşımayı ise ben istemezdim, bununla yükümlendim.
Kalemi bıraktığım yerlerime iğneler saplanıyor, bir süre mücadele ediyorum. Sonra en azından diyorum bu çığlıkları duymayacağım, bu beni paramparça bölen, bu beni öldüren, beynime çekiçler indiren çığlıkları…

Uyandığımda yeni alınmış ayakkabının içinde bir türlü rahat edemeyen ayaklar gibi hissederim kendimi. Ruhum bedenime büyük gelir. Mesih olmanın zorlukları, bilirsiniz. Mektup yazmaya devam etmeliyim, zihnim bu kadar berrak ve aydınlıkken yazmalıyım ki diğer kutsal kitaplara benzemesin sözlerim. Mektupları yazdığım; sevgilim, akıl hocam, ortağım, öğrencim, kelime avcım. Fakat kendisi şuan burada, aramızda değil. Önemli işleri var onun, ben buradayken insanlarıma sahip çıkmalı. Sonra kolunda bir sepet elma ile hemşirelere, doktorlara, akvaryum balığı bakışlı güvenliklere yakalanmadan bana olanları anlatmaya gelecek. O bir örgüttür tek başına, benim kurtuluş örgütüm.

Burada olmamın sevgilim, belli başlı sebepleri var ne kadar kızsam da içeride tıkılıp kaldığıma, kabulleniyorum artık. Mucizeler gerçekleştirmem gerek insanları sözlerime inandırabilmek için. –Ama tanrım beni çok yalnız bıraktın-  iyileştiriyorum diğerlerini, kurtarıyorum bu hayattan. Pencereden sarkıtıyor bazıları ayaklarını, diğerleri iğneler batırıyor vücutlarına ve özgür kalıyorlar böylece. Kelimeleri olmayanların, kendini kelimelerle özgür bırakamayanların yöntemleri ne acı. Oysa sen ve ben, sözlerimizle hür kılabilir hatta öldürebiliriz birbirimizi. Yarışarak gideriz seninle hayata ve ölüme. Sana söyleyeceklerim donuyor zihnimde, buz parçası gibi kaskatı kalıveriyorum. Oysa ne şanslıyımdır ki sen anlarsın söylemesem de beni ve hatırlatırsın ben unuttuğumda bile kendimi bana. Gecenin karanlığı sarıya ve maviye boyanıyor yavaş yavaş. Kapı tek “tık” ile çalacak ve serumlar, iğneler, uykular, serum, iğne, uyku, kalem…

Sana ulaşacak bu manifestoya başladığımdan beri 7. Gün doğumundayım. Kafası kesilmiş tavuklar gibi koşturuyorum kendimi oradan oraya, uyuşturmaya çalışıldıkça daha da bileniyorum. Senin direngenliğini buluyorum böyle zamanlarda kendimde ama artık seni daha az buluyorum. Yine de gelmeni ve buradan gitmeyi bekliyorum. Kendime kavuşacağım günleri özlüyorum. Her akşam yemeğinden sonra öğrencilerimi toplayıp etrafıma anlatıyorum “Özgürlüğe muhtacız, kanatlarımıza hasretiz.” Diyorum onlara. İnan vazifemi bir an bile aksatmıyorum. Her gün aynı sorumluk bilinci ve aynı ciddiyetle çıkıyorum yemek masasının üstüne ve diğerlerine sesleniyorum. Bazen duvarların ötesine de ulaştığı oluyor sesimin, ne gurur! Fakat buradaki vazifemi artık tamamladığımı hissediyorum. İnsanları yalnız kelimelerle doyuramam, kendimi onlar için özgür kılmam gerek. Gelmen gerek. Parçalanışıma ve evrenin içine bir su gibi akışıma tanıklık et diye bekliyorum sabırsızlık ve özlem ile.

Mektubu katlayıp yatak ile bazanın arasına koydum, bir süre daha görmek istemiyorum. Kelimeler başımın etrafında dönüp duruyor onları bağırıyorum. Vazifemi eskisi kadar iyi yapamıyorum içimden gelmediğinden. Yalnızca “sıra bende kardeşlerim” diyorum onlar için bu yolda olduğumu bilsinler diye. Ben böyle dedikçe ne gariptir, hemşireler fır dönüyorlar etrafımda. İsa görse “siz gelmeyin ulan İsrail’e” derdi bunlara. İnsanın ne nefes almasına ne de artık durmak istemesine izin veriyorlar, görüyorsun. Dünyaya benim gibi kurtarıcı olarak gelmeyenler için ne kolay yaşamak. Nefes al diyorlar alıyorsun, çiçek topla mutlu olursun diyorlar oluyorsun, şu ağzı öp diyorlar aşık oluyorsun. Kolay hayatların hepsi ziyan oluyor, neden?

Kapının dışından kokusunu alıyorum. Elmaların ve onun dişlerinin kokusunu. Artık zamanı geldi diye seviniyor ve çıkarıyorum üstümdeki beyaz elbiseyi tek seferde. Artık tanrım; havaya, suya ve sana karışmanın zamanı geldi. Bir kez bile tıklatılmadan açılan kapının hemen önünde, onu ve ellerini karşılıyorum. İçimde büyüyen sarmaşık hemen orada ağzımdan çıkıp örtecek biliyorum bütün sefillerin üzerini. İnsanlar toplaşıp bakacaklar bu mucizeye. Kahraman karıncalar yürüyor aklımda kendimle son kez gurur duyuyorum. Hemşireler, doktorlar, gülenler, bağıranlar, odaya doluşup yerde yatan çıplak kadına bakıyorlar. Bir mucizeye bakar gibi değil. Hemşireler, doktorlar, gülenler, bağıranlar çok kullanılmış bir bedenin raydan çıkışına rast geliyorlar.
Hemşireler, doktorlar, gülenler, bağıranlar kendi ölümlerini
Yalnızca kendi ölümlerini
Düşünerek
Elmaların çürüyüşüne ağlıyorlar.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder