4 Eylül 2018 Salı

Kent Yoksulluğuna Neden ve Sonuç Olarak; Enformel Sektör




 Özellikle Sanayi Devrimi’nden sonra istikrarlı bir şekilde gelişip kendini yenilemekte olan kapitalist dünya ekonomisi kendisine merkez olarak kentleri belirlemiştir. Köylerden kente göçleri özendiren politikaları ve “sunduğu” iş imkanları ile kent nüfusunu daha önce hiç görülmemiş bir oranda arttırmıştır. Fakat sanayileşmeyle birlikte önümüze çıkan fotoğraf hiç de liberal yöneticilerin bize sunduğu gibi toz pembe değildir aksine “umduğunu bulamayanlar” ile dolan kentler, yoksulluğun tarihinde bugüne kadar tanışmadığımız bir yüzüyle tanıştırır bizi. Gerek göçler sebebiyle artan nüfusun etkisiyle gerek kötüleşen istihdam koşullarının etkisiyle köylerden kente ve kentlerin kenar mahallelerinden merkezlerine doğru ilerleyen bu yoksulluk kapitalist üretim tarzının öngörülmüş beklenen bir sonucudur.  Kentleşmenin sonucunda kırdan kente transfer olan yoksulluk, kalabalık mahallelerde oturan ve “sürü” yaşantısı içerisinde geleceğe yönelik beklentisi gitgide azalan ve yabancılaşan bir topluluk yaratmıştır.

Kapitalist sistemin kent yoksulluna etkisi kendisinden önceki tarihe, ilksel birikime kadar dayanır.  İlksel birikim dediğimiz ilksel mülksüzleştirme olarak da ele alınabilecek bu kavram işçi sınıfının bir sınıf olarak oluşmasında, bu sınıfın yoksullaşmasında ve kapitalizmin her döneminde işçi olarak kalmasına sebep olacak sistemin temellerini oluşturmuştur. Üretim ve geçim araçlarının sermayeye dönüştürülmesi olarak tanımlanabilecek bu süreç, mülksüzleştirme ile başlar. Küçük yerleşim yerlerinde ortak kullanım alanlarının özelleştirilmesi, bu özelleştirmelerin devlet tarafından desteklenmesi, mülksüzleşen halkın iş bulma ümidiyle kente göçmesi olarak kısaca özetlenebilecek süreçten sonra emekçinin emeğinden başka satacak hiçbir şeyi kalmamış ve ücretli emekçiye dönüşmeye başlar. Böylece hem köylerde hem kentte yoksulluk artar ve işçi sınıfı dediğimiz sınıf üretim araçlarından, mülkten yabancılaştırılarak kapitalist sistemin sömürüsüne maruz kalır.
 Kapitalizm ve kentleşme ya da kent yoksulluğu ilişkisi incelenirken en temel etkenlerden biri de “makineleşme”  kavramıdır. Makineleşmeyle beraber işçinin emeğine duyulan ihtiyacın azalması kapitalist işverene, emek ücretini düşürmek ve ucuz, masrafsız ve artı verimli işçi tercih etme seçeneği sunmuştur. Bu da köyden kente fabrika işçisi olmak, kapitalizmin işleyen çarklarından birinin içinde bulunmak isteyen sınıf için büyük bir düş kırıklığı yaratmakla kalmamış ağırlaşan yaşam koşullarını da beraberinde getirmiştir.  Sonuç olarak sanayi üretiminde emek talebi tükenmiş fakat kırdan kente göç durmadan devam etmekte bu da çok büyük bir işsizlik sorununa ve yol açmakta ve yaşam koşullarının iyileştirilmesinin (sağlık hizmetleri, eğitim, sosyalleşme v.b.) önüne çıkan olumsuzluklarla baş edemeyen bireylerin, yaşadıkları toplum tarafından dışlanmaya başlamalarına da sebebiyet vermekteydi. Kapitalizmin kendi iç gelişmelerinden,(makineleşme, teknolojik gelişmeler v.s) iç çelişkilerinden ortaya çıkan krizlerinle birlikte bu krizlerden çıkmak için başvurulan çeşitli yollar  da işçiyi her seferinde daha büyük bir yoksulluğa ve daha kötü yaşam koşullarına sürüklemiştir.

 Örneğin 70’li yıllarda başlayan ve etkisinin hala sürmekte odluğu düşünülen kapitalist kriz, makineleşmeyle birlikte artması beklenen göreli artı değerin gitgide azalması ve işçilerin (çoğunlukla pasif) eylemleriyle, liberal işvereni zor durumda bırakmış ama o kendini dönüştürerek bir şekilde sistemini sürdürmekle kalmamış işçi üzerinden daha çok sermaye birikimi sağlamanın  farklı yollarını da bulmuştur.  Bu çözümlerden biri olan Fransız Regülasyon Okulu temsilcilerinin “esnek üretim” kavramı ele alınarak bu konu daha iyi kavranabilir. Kapitalist sistemin birçok açıdan esnekleşmesiyle daha ilgili, bilgili, becerili işçiler yetişeceği öne süren bu kavram, liberal işverenin birçok açıdan işine gelmiş fakat  işçinin, özellikle kadın işçinin (ev eksenli çalışma)  yaşam koşullarını çok daha zorlaştırmıştır. Çünkü esnek üretim, esnek (fazla mesaili) çalışma saatleri, esnek çalışma mekanları v.b düpedüz toplumun tamamına nüfuz ederek işçi sınıfına yeni bir saldırı, sindirme faaliyeti olarak hayat bulmuştur. Hatta bu süreçle birlikte neoliberlizmin ve post-fordizmin ortaya çıktığı söylenebilir ki bu iki kavram da işçi üzerinde çok büyük bir otorite ve sömürgeleştirme politikası olarak düşünülebilir.

Örnekte de görüldüğü üzere her alanda zorluklarla mücadele etmek zorunda bırakılan işçi sınıfı gitgide daha da yoksullaşmaktaydı bu nedenle kent yoksulluğu öncelikle gecekondu mahallelerinde yoğunlaşmaktaydı. Toplumun geri kalanından sadece statüyle değil bir sınırla da ayrılmış olan gecekondu halkı yoksulluğun olduğu kadar toplumsal dışlanmanın da bir örneğiydi. Buradaki yoksulluk ile ilgili asıl çarpıcı olan gözlem ise çalışmasına rağmen yoksulluktan kurtulamayan kesimin fazlalığıdır. Düşük ücretlerden kaynaklanan yoksulluğun dışında kayıt dışı istihdam (ki bu da çoğu durumda düzensiz iş ve belirsiz istihdam anlamına gelmektedir), düzensiz gelir (işverenin muntazam ödeme yapmamasından ya da sık iş değiştirmekten dolayı) gibi sebeplerle bu kesim yoksulluk sınırında ya da altında yaşamaktadır. Görüldüğü üzere bahsedilen kesim çoğunlukla  “çalışan yoksul”lardan oluşmaktadır. Bu süreç içinde işsizlik oranının arttığının, kapitalist işverenin emek gücüne eskisi kadar ihtiyacı olmadığının, belirtildiğini göz önünde bulundurursak karşımıza resmi kaynaklarda belirtildiğinden çok daha düşük bir işsizlik ücreti çıkıyor demektir. Bunun sebebi kamuda ya da formel sektörün herhangi bir alanında iş bulamayan veya işinden gerektiği kadar kazanç sağlayamayan işçinin enformel sektöre yönelmesidir.

 Enformel sektörün AB yaklaşımındaki karşılığı “yasal nitelikte ancak yetkili makamlara bildirilmemiş, kaydettirilmemiş her türlü ücretli faaliyet”tir. Bu tanım “enformel sektör” kavramının çözümlenmesi için bir başlangıç sayılsa da gerçeklik bundan çok daha karmaşıktır, çeşitli ülkelerde kavram farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun tanımına göre ise “enformel sektör” kavramıyla “şirketleşmemiş, basit usulle vergilendirilen veya hiç vergi vermeyen ve 1-9 kişi arasında çalışanı olan tarım dışı tüm iktisadi birimler” tanımı anlatılmaya çalışılmaktadır. “Kayıt dışı istihdam” kavramıyla ise “yaptığı işten dolayı hiçbir sosyal güvenlik kuruluşuna kaydı olmayanlar”ı anlatmaktadır.  Enformel ekonominin iki türünü birbirinden ayırmak gerekir;  ilkinde çalışanların ve üretim birimlerinin faaliyetleri yasanın uygulama alanına girmez 8 kurum yasadışı faaliyet gösteriyor), ikicisinde ise kurumlar yasalar çerçevesinde görev alsalar da yasalar kendilerine uygulanmaz.

 Enformel istihdamı formel istihdamdan ayıran unsurlar olarak; kayıtsızlık, saklı üretimin gerçekleşmesi, ölçüm güçlüğü, ücretin el altından ödenmesi, iş süresinin genellikle belirsiz ve korumanın yetersiz olması v.b sıralanabilir. Enformel sektörün formel sektöre tercih edilmesinin en önemli gerekçesi ise formel ekonomide iş bulamamaktır.  Bunun dışında reform ya da kriz gibi süreçlerde enformelleşmenin artığı gözlenmektedir.

 Ekonominin küreselleşmesi pazarlık gücünü azaltarak veya artan rekabete maruz bırakarak niteliği yetersiz çalışanları ve küçük üreticileri olumsuz etkiler. Bu küçük işletmeler temel ekonomiye katılmakta engellerle karşılaşırlar (sermaye, yönetim becerisi, üretim faktörlerine ve piyasaya erişim eşitsizliği v.b.) bu da taşeronluğa yol açar.

 Bütün bu süreci çok yakından inceleyip örneklendirmek istersek Berna Müftüoğlu’nun Gedikpaşa incelemesi üzerinden yola çıkabiliriz. İstanbul’un en eski semtlerinden olan Gedikpaşa eskiden bugüne ayakkabı üretiminde önemli bir noktada durmaktadır. Osmanlı döneminde Rum ve Yahudi ayakkabı ustalarıyla ün kazanan bu bölgenin “kentsel dönüşüm” projeleri kapsamında dönüştürülmeye alınmasıyla bu sürecin arka planını inceleyen Müftüoğlu, enformel sektörün bir bölgeyi nasıl etkilediğini baştan sona göz önüne sunmuştur.

 1980 öncesi ayakkabı üretimi ile ilgili iş yerlerinin bulunduğu bu bölgede 1980 sonrası ekonomin hızla gelişmesi sonucu birçok farklı ticari iş yeri açılmıştır. Bu iş yerlerinin sayısının artmasıyla çevredeki ev ve konaklar rızayla/zorla boşaltılarak iş hanlarına dönüştürülmeye başlanmıştır. Çevre halkının mülksüzleştirilmesiyle başlayan bu kapitalist süreç semti ticari merkeze dönüştürecek olan restaurantlar, toptancılar gibi kurumların da katılmasıyla devam etmiştir. Buraya kadar sadece fabrikalaşma gibi görünen süreç İstanbul Ayakkabıcılar Esnaf ve Sanatkarlar Odası’na kayıtlı 212 üye bulunurken alan çalışmasında 705 iş yeri olduğunun fark edilmesiyle enformelleşmenin bir örneğine dönüşmektedir. Müftüoğlu “ bu Gedikpaşa’nın 80’li yılların temel özelliği olan enformel niteliğe bürünmüş olduğunu gösterir.” diyerek özetler süreci.

 2000’li yılların başında ticari faaliyet gösteren iş yerlerinin rantlarının yükselmesiyle üretim yapan iş yerleri, mekanlarını bu ticari işyerlerine bırakmak zorunda kalırlar. Başta kapitalistin çevredeki halkı mülksüzleştirmesiyle başlayan süreç, kapitalistin kapitalisti mülksüzleştirmesi şeklinde devam eder. Böylece Gedikpaşa’nın derinine inildikçe kapitalist firmaların evrimleşme doğrultuları ve işçileşme süreci de netleşir.

 Üreticiler ve tüccarlar arasındaki ticari bağımlılıktan doğan üretimin eşitsiz ilişkisi beraberinde enformel ilişkileri de getirir. İşçi-iş veren, toptancı-tüccar v.b aralarındaki anlaşmalar, formel yollarla yapılmaz, yüz yüze ve fason çalışanların hakları güvence altına alınmadan yapılır, bölgedeki büyümeyi başarabilmiş iş yerlerinin sermaye birikiminin nedenlerinden biri de budur. Fason ekonominin katı kurallarını kendi lehine çevirebilmiş bu iş yerlerinin bir diğer özelliği de genelinin aile işi olmasından dolayı aile içi ücretsiz ya da düşük ücretli işçi çalıştırmalarından kar ediyor olmalarıdır. “Gedikpaşa fabrikalaşmayı da açığa çıkaran tarihsel kapitalist ilişkilerin mekanı olur.”
 Enformel sektörde emek yönelimli tasarrufu sağlayan her türlü faaliyet işçi üzerindeki sömürgeyi bir kat daha arttırmaktadır. Örneğin Müftüoğlu çalışmasında işçilerin parça başı ücret aldıklarından bahseder. Bu durumda zaten “ölü sezon” diye bahsedilen dönemde kovulma tehlikesiyle karşı karşıya olan işçi iş yapabildiği sezonda olabildiğince çok çalışmak ister, mesai saatlerin uzatılmasını kendisine fayda olarak görür. Oysa iş yerinde herhangi bir sağlık güvencesi v.b. bulunmadığı için zaten sağlıksız olan çalışma koşullarında oluşacak en büyük sorunu bile kendisi çözmek durumunda kalacaktır. Yani burada işçinin bireysel olarak verdiği mücadelenin “işçi” olarak verdiği mücadeleyle çelişiği söylenebilir.

Bu gibi çalışma ortamlarında çocuk işçilerin “çırak” adı altında meşrulaştırılması yaygın görülmektedir. Enformel sektörün en zayıf halkasını oluşturan kadın ve çocuklar razı geldikleri düşük ücretler nedeniyle tercih edilen işçi modeline dönüşürler. Yani “iş öğretmek” adı altında kalifiye olmayan işçi olarak kullanılırlar.

 Bu örnekte de görüldüğü gibi enformel çalışma şartları işçiyi ve hatta ailesini zor şartlar altında yaşamaya itmektedir. Yani bu noktaya kadar yoksulluğun bir sonucu olarak işlenen enformel sektör bu noktadan sonra yoksulluğun nedenine dönüşmektedir. Ayrıca mevcut yoksulluk gelecek kuşaklar için düşük beşeri sermayeye neden olduğu için düşük ücretli istihdamı sürekli kılacak ve dolayısıyla yoksulluk sürekli kılınacak.

Enformel sektörün sebep olduğu yoksulluk sadece düşük ücretle çalışan işçiler açısından yaşamı zorlaştırmaz bunun haricinde çocuklar, kadınlar, engelliler ve toplumun farklı kesimleri için de farklı zorlukları vardır. Örneğin çocuklar aile bütçesine katkı sağlamak için çalışmak zorunda kaldıklarından dolayı eğitim olanaklarından yeterince faydalanamazlar, engelliler sağlık hizmetlerinden yeterince faydalanamazlar. Bunun dışında kadınlar ve farklı sebeplerden  zorunlu göçle gelenler  çok daha düşük ücretle çalışmaya mecbur bırakılırlar.
 Enformel çalışmanın kent yoksulluğuyla ilişkisi bu şekilde özetlenebilir. Kapitalist üretim sürecinin bir parçası olarak yaşanan bu üretim şekli iş verene vergiden muaf olmak, düşük ücretle işçi çalıştırmak v.b. gibi birçok fayda sağlasa da işçi için her alanda zorluk oluşturan bir sektördür. Buna rağmen özellikle kalifiye olmayan işçiler tarafından mecbur kalınarak “tercih edilen” bir sektör olarak var olmaya devam etmektedir.


 Kaynakça:
1)Yoksul Kent Yapısının Geçinme Biçimleri ve İstihdam Yapısı: İstanbul örneği/ Kocaeli üniv. Sosyal bilimler enstitüsü dergisi/ Özlem Durgun-Demet Çak
2)Berna Müftüoğlu- Gedikpaşa: Bir ayakkabı üretim merkezi
3) Kayıtdışı ekonomi: Enformel İstihdam: Prof. Dr. Nusret Ekin
4)Prof. Dr. Zeki Erdut: Enformel İstihdamın ekonomik , sosyal, siyasi etkileri
6) David Harvey- postmodernliğin  durumu
7)Nevra Akdemir- Emek Sürecinde taşeronluk ve Tuzla Tersaneleri örneği
8)Doç. Dr Tijen Erdut- İşgücü Piyasasında Enformelleşme ve kadın gücü

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder