Deleuze’ün
“boku yediniz demektir” diye bahsettiği bu duruma farklı bir açıdan
yaklaşabilir miyiz? Başkasının rüyasına yakalandığımız, onun hayalinin bir
parçası olduğumuz anlardan korkmaktaki korkumuzla oldukça benzerdir. Nasıl ki
yüksekte olmanın yüce olmanın bir hazzı varsa başkasına dahil olmanın da böyle
bir hazzı var. Fakat nasıl her düşenin kanatları yoksa* her rüyanın da kabusa
dönüşmeme garantisi yok. Birine teslim olmak kendini onun hayal gücüne
bırakmak, gövdeni işleyip senden farklı sesler çıkarmasına izin vermek modern
insan için öyle korkutucu ki… Sistem tarafından yoğurulmuş bedenlerimizi başka
bir ele teslim etmeye korkmak yadırganacak bir duygu olmaktan öyle uzak…
Birinin
rüyasına düştünüz mü artık kendinizle ilgili söz sahibi olmanız mümkün
değildir. Rüyayı gören kişi sizden mükemmel bir sanat eseri çıkarabilir ya da
sizi tamamen parçalayıp yok edebilir. Eğer birinin elinde ateş varsa ve sizin
de ona güveniniz varsa o ateşle size yemek mi yapacağı yoksa ikinizi birden mi
yakacağı büyük bir kumardır. Başkasının hayalini yaşamak ise gerçek anlamda
hayat üzerine ve hayata dair oynanan büyük bir kumar olarak çıkar bu noktada
karşımıza öyleyse. Hayalini yaşayacağımız kişiyi seçmenin bizi kimin
tüketeceğine, kimin pişireceğine ve hatta kimin öldüreceğine karar vermeye denk
düşer bu teslim olma karanlığında.
“Rüya
görenlerin rüyası görmeyenlerle ilgilidir. Peki bu onları neden
ilgilendirir?”** Başka birini tehlikede hissettirmek hazzı her insan için
mümkündür bu durumda. Rüyalarımız başkalarını yutabilir, onları bize ait
kılabilir. Ruhumuzla yapamadığımız her şeyi rüyalarımızla yapabiliriz. Bir
insanı rüyalarımızla kendimize mahkum bırakabilir, kendimize hapsedebiliriz.
Rüyaların tehlikesi tam da burada.
Uçurumun
kenarında olmanın hazzı düşmeden orada durabilmektir. Başkasını rüyanda
tutmanın hazzı ise onu düşürmeden orada tutabilmek. Yalnızca rüyadan düşmenin
fiziksel bir acı vermeyeceğini söyleyebiliriz. Kendimizi adadığımız ya da
kendimizi içinde bulduğumuz o rüyalar, sıradan birilerinin gördüğü rüyalar
değil, başkalarının, ötekilerin gördüğü o rüyalara yakalanmak Deleuze’e göre
bir canavarın eline düşmek, boku yemektir.
Fakat
sonunda düşmek var diye yüksek tepelerin manzarasını izlemekten kaçınmayanlar
da yok mudur? Düşmenin hazzını acısından daha görkemli bulanlar? Başkasının
rüyasında olmak da tıpkı bunun gibi tehlikeden duyulan, sonunu kestirememenin
hazzı olamaz mı?
“Anlık
hazzın yanında sonsuzluğun lafı mı edilir.” Demiş Baudelaire. Rüya
göremeyenlerin, belki de rüya görenlerin düşlerine yakalanmasının, kendi direncini
bile isteye kırmasının insan olmak ile çok yakından bir ilgisi vardır.