4 Eylül 2018 Salı

Süpermarket / Yaratıcı Yazarlık Atölyesi


FEF297 - Yaratıcı Yazarlık Atölyesi

Şeyda Nur Şal
570 sözcük


"Şu hale bak, bizden başka kimsecikler kalmamış!" dedi Sevinç. Can, dört saatlik yol boyunca arka koltukta uyumuş, annesi arabayı Migros'un otoparkına park ederken gözlerini açmıştı. Marketin kapanmasına on beş dakika vardı, acele etmeleri gerekecekti. Zaten Can'ın uyku saatini de çoktan kaçırmışlardı.
"Yarın okula nasıl kalkacaksın, asıl onu düşünüyorum..." diye kendi kendine mırıldandı Sevinç. Babası duyacak olsa sırf gıcıklık olsun diye avukatlarını yollar, velayet davası açtırırdı. Can'ı elinden tutup hızlı adımlarla banyo malzemelerinin durduğu yere doğru ilerledi. Bir yandan da kafasında alacaklarının listesini yapıyordu. Kasaların sadece bir tanesi açıktı. Kasiyer delikanlı ayağa kalkmış, tutulmuş belini rahatlatmak için geriniyordu.
"Cips alalım mı anne?" dedi Can, parlak floresanlardan kamaşan gözlerini ovuşturarak.
"Aklını mı kaçırdın? Evde muz yersin yatmadan." Çamaşır deterjanlarının önünden geçerken gözü 50 yaşlarında bir adama takıldı. Saçı sakalı birbirine karışmıştı, üzerinde kirli bir mont vardı. Markette anne oğul dışındaki tek müşteri oydu görünüşe bakılırsa.
Sevinç, üst raftaki tuvalet kağıtlarına doğru uzanırken “Cips paketlerine saldırmak yok, tamam mı?” dedi arkasında bekleyen oğluna. ”Çikolatalara da saldırmak yok. Anneannen çok şımarttı seni, hafta sonu yeteri kadar abur cubur--"
Aniden ensesinde bir ürperti hissetti. Eli hala havada, arkasına döndü. ”Can? Neredesin Can?“ Oradaydı işte, hep orada olmuştu. Yalnızca bir adım gerisinde olduğu için görememişti oğlunu. Kendine kızdı “Ah Sevinç! Aptal Sevinç! Ne sandın, o da Mathes gibi mi olacaktı? Birden siktir olup gidecek miydi hayatından, ne sandın?” Gelmedi Mathes hiç mi hiç geri dönmedi Sevinç’in hayatına. Can’ın iki rafın önünde durup öylece baktığı yüz yalnızca anneydi.
Anne Sevinç.
Hiç sevilmemiş  gibi.
Hiç terk edilmemiş gibi.
Hiç unutmak için başka bir adamla evlenmemiş gibi.
O adamdan çocuk yapmamış gibi Sevinç.
Toparlanmalı, oğlunun elini tutmalı, aklındaki porselenleri kırmadan, kırıklarını oğluna batırmadan gitmeli buradan. Yalnızca bu marketten de değil, içinde bulunduğu bu yarım bedenden kurtulup Mathes’e kavuşmalı. Bütün güzel intiharları düşündü Sevinç. Tatlı, soğuk, buruk, kötü kokan, kavuşturan her bir intiharı geçirdi aklından. Hayır, o intiharına bile geç kalmıştı, onu bile kaybetmişti. (Neden ölemedin Sevinç? Korkak Sevinç.) Can’a kıyamamıştı, dünyayı bir kez olsun görmeden ölmesin istemişti oğlu. Çünkü o görmüştü bir kere, her barikatta en önde durmuş, tiyatroyu sahnesinden izlemiş, sokaklarında dans etmişti. Bu dünyanın dibine ekmek banmış, yetmez gibi bir de Mathes tanımıştı. Can da görsün istedi, ölemedi sevdiği iki erkekle birlikte.
Gördü Can. Birbirini sevmeyen anne ve babasını, arkadaşlarının dalga geçtiği “güzel ama deli” annesini, onu yalnızca annesini kızdırmak için kullanan babasını gördü bu dünyada.  Bazı çocukların hiç doğmaması gerekir, Can onlardan değildi. Büyüyünce çöpçü olmak istiyordu o bir kere. Çöp kamyonu kullanmak gibi muhteşem hayalleri vardı. Alper’in annesi deli değildi de ne olmuştu? Okulun tellerinden atlayıp top oynamaya gitmeye bile gelemiyordu. Annesi akıllı olan oğlanların hepsi aptaldı.  Kendi annesine baktı;  simsiyah saçları omuzlarında, ışıklı gözleri oğlunda, tanıdığı diğer annelere hiç benzemiyordu. Anneler hep prensese benzerdi Sevinç ise yorgun haliyle bile dün izledikleri çizgi filmdeki  “kaderi için ok atmaya giden”  Merida’ya benziyordu.
Can şüphelenmesin diye rafların arasına bırakmıştı marketteki pis görünümlü adam Sevinç’in
İntiharını. Bu kadar kolaydı işte. Yeni başlayanlar için bebek bezleri bile satan bir markette, temizlik raflarının arasında bir iğne buluyor, yerine para bırakıyor ve ruhunu bile satabiliyor insan isterse. (Faust’un en çok Mephisto’sunu mu sevmiştin Sevinç?)
Gidecekti elbet, kavuşacaktı Mathes’ine ve Can büyüyüp kendi düşkünlüğünü bulduğunda anlayacaktı bir gün annesini. Hem o görevini yerine getirmiş, bir Can bırakmıştı bu dünyaya, artık hakkıydı ruhunu evrenin sonsuzluğunda dinlendirmek. (Kime savunuyorsun kendini Sevinç?)
Marketten çıkıp arabaya yürüdüler, Can İngilizce doksan dokuza kadar saydı, yüz ne demekti unuttu, doksan dokuzdan biraz sonra arabaya binebildiler. Yarın nasıl uyanacaksın Can? Her İngilizce “yüz” dediğinde bu akşamı ve annenin terk edişini mi hatırlayacaksın? Annesinin gidişini gören çocuklara çöp kamyonu bile vermezler Can, bilmiyorsun. Daha neler bilmiyorsun öğrensen şaşarsın. Hiç duymadın kuantum fiziğini ne de annenin seni doğurmak uğruna sevdiği adamla ölemeyişini.  Bilmiyorsun, belki bilmeyeceksin hiç, annen ne hayatlar kurtardı da annesi üzülmesin diye evlendi babanla ve yıllarca nasıl yaşadı yarım bir kadın olarak.
On saat sonra öldürecekti o minicik iğne Sevinç’i. Can uyanmadan birkaç saat önce gitmiş olacaktı başkalarına cennet olsun diye yaşadığı bu cehennemden. (ondan geriye sayabilir misin Can?) 
Mathes. Sevgili Mathes. Senin için neler bırakıldı arkada. Bir eski koca, çocuğa hazırlanmış bir kahvaltı, ölüme bile isteye tanık edilen bir oğul, bir çalar saat, bir not, meraklı komşular, komşuların çeneleri, kocaman yaşamaklar ve daha neler. Sana ve kavganıza neler feda edildi Mathes.
Aklından geçen cümleler su gibi yürüdü ruhunun her yanına. Yer açtı yıllardır raflarda beklettiği cesaretine, tuttu kendi elinden.  Bütün bu düşünceler kendine ve buraya dair her şeyle birlikte akıp gitti içinden. Marketteki adam kendini arabasının önüne attığında birden fark etti Sevinç…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder