FEF297 - Yaratıcı
Yazarlık Atölyesi
Şeyda Nur Şal
570 sözcük
"Şu hale
bak, bizden başka kimsecikler kalmamış!" dedi Sevinç. Can, dört saatlik
yol boyunca arka koltukta uyumuş, annesi arabayı Migros'un otoparkına park ederken
gözlerini açmıştı. Marketin kapanmasına on beş dakika vardı, acele etmeleri
gerekecekti. Zaten Can'ın uyku saatini de çoktan kaçırmışlardı.
"Yarın
okula nasıl kalkacaksın, asıl onu düşünüyorum..." diye kendi kendine
mırıldandı Sevinç. Babası duyacak olsa sırf gıcıklık olsun diye avukatlarını
yollar, velayet davası açtırırdı. Can'ı elinden tutup hızlı adımlarla banyo
malzemelerinin durduğu yere doğru ilerledi. Bir yandan da kafasında
alacaklarının listesini yapıyordu. Kasaların sadece bir tanesi açıktı. Kasiyer
delikanlı ayağa kalkmış, tutulmuş belini rahatlatmak için geriniyordu.
"Cips
alalım mı anne?" dedi Can, parlak floresanlardan kamaşan gözlerini
ovuşturarak.
"Aklını mı
kaçırdın? Evde muz yersin yatmadan." Çamaşır deterjanlarının önünden
geçerken gözü 50 yaşlarında bir adama takıldı. Saçı sakalı birbirine
karışmıştı, üzerinde kirli bir mont vardı. Markette anne oğul dışındaki tek
müşteri oydu görünüşe bakılırsa.
Sevinç, üst
raftaki tuvalet kağıtlarına doğru uzanırken “Cips paketlerine saldırmak yok,
tamam mı?” dedi arkasında bekleyen oğluna. ”Çikolatalara da saldırmak yok.
Anneannen çok şımarttı seni, hafta sonu yeteri kadar abur cubur--"
Aniden
ensesinde bir ürperti hissetti. Eli hala havada, arkasına döndü. ”Can? Neredesin
Can?“ Oradaydı işte, hep orada olmuştu. Yalnızca bir adım gerisinde olduğu için
görememişti oğlunu. Kendine kızdı “Ah Sevinç! Aptal Sevinç! Ne sandın, o da
Mathes gibi mi olacaktı? Birden siktir olup gidecek miydi hayatından, ne
sandın?” Gelmedi Mathes hiç mi hiç geri dönmedi Sevinç’in hayatına. Can’ın iki
rafın önünde durup öylece baktığı yüz yalnızca anneydi.
Anne Sevinç.
Hiç sevilmemiş gibi.
Hiç terk edilmemiş gibi.
Hiç unutmak için başka bir adamla
evlenmemiş gibi.
O adamdan çocuk yapmamış gibi
Sevinç.
Toparlanmalı, oğlunun elini
tutmalı, aklındaki porselenleri kırmadan, kırıklarını oğluna batırmadan gitmeli
buradan. Yalnızca bu marketten de değil, içinde bulunduğu bu yarım bedenden
kurtulup Mathes’e kavuşmalı. Bütün güzel intiharları düşündü Sevinç. Tatlı,
soğuk, buruk, kötü kokan, kavuşturan her bir intiharı geçirdi aklından. Hayır,
o intiharına bile geç kalmıştı, onu bile kaybetmişti. (Neden ölemedin Sevinç?
Korkak Sevinç.) Can’a kıyamamıştı, dünyayı bir kez olsun görmeden ölmesin
istemişti oğlu. Çünkü o görmüştü bir kere, her barikatta en önde durmuş,
tiyatroyu sahnesinden izlemiş, sokaklarında dans etmişti. Bu dünyanın dibine
ekmek banmış, yetmez gibi bir de Mathes tanımıştı. Can da görsün istedi,
ölemedi sevdiği iki erkekle birlikte.
Gördü Can. Birbirini sevmeyen anne
ve babasını, arkadaşlarının dalga geçtiği “güzel ama deli” annesini, onu
yalnızca annesini kızdırmak için kullanan babasını gördü bu dünyada. Bazı çocukların hiç doğmaması gerekir, Can
onlardan değildi. Büyüyünce çöpçü olmak istiyordu o bir kere. Çöp kamyonu
kullanmak gibi muhteşem hayalleri vardı. Alper’in annesi deli değildi de ne
olmuştu? Okulun tellerinden atlayıp top oynamaya gitmeye bile gelemiyordu.
Annesi akıllı olan oğlanların hepsi aptaldı.
Kendi annesine baktı; simsiyah
saçları omuzlarında, ışıklı gözleri oğlunda, tanıdığı diğer annelere hiç
benzemiyordu. Anneler hep prensese benzerdi Sevinç ise yorgun haliyle bile dün
izledikleri çizgi filmdeki “kaderi için
ok atmaya giden” Merida’ya benziyordu.
Can şüphelenmesin diye rafların
arasına bırakmıştı marketteki pis görünümlü adam Sevinç’in
İntiharını. Bu kadar kolaydı işte.
Yeni başlayanlar için bebek bezleri bile satan bir markette, temizlik
raflarının arasında bir iğne buluyor, yerine para bırakıyor ve ruhunu bile
satabiliyor insan isterse. (Faust’un en çok Mephisto’sunu mu sevmiştin Sevinç?)
Gidecekti elbet, kavuşacaktı
Mathes’ine ve Can büyüyüp kendi düşkünlüğünü bulduğunda anlayacaktı bir gün
annesini. Hem o görevini yerine getirmiş, bir Can bırakmıştı bu dünyaya, artık
hakkıydı ruhunu evrenin sonsuzluğunda dinlendirmek. (Kime savunuyorsun kendini
Sevinç?)
Marketten çıkıp arabaya yürüdüler,
Can İngilizce doksan dokuza kadar saydı, yüz ne demekti unuttu, doksan dokuzdan
biraz sonra arabaya binebildiler. Yarın nasıl uyanacaksın Can? Her İngilizce
“yüz” dediğinde bu akşamı ve annenin terk edişini mi hatırlayacaksın? Annesinin
gidişini gören çocuklara çöp kamyonu bile vermezler Can, bilmiyorsun. Daha
neler bilmiyorsun öğrensen şaşarsın. Hiç duymadın kuantum fiziğini ne de
annenin seni doğurmak uğruna sevdiği adamla ölemeyişini. Bilmiyorsun, belki bilmeyeceksin hiç, annen
ne hayatlar kurtardı da annesi üzülmesin diye evlendi babanla ve yıllarca nasıl
yaşadı yarım bir kadın olarak.
On saat sonra öldürecekti o minicik
iğne Sevinç’i. Can uyanmadan birkaç saat önce gitmiş olacaktı başkalarına
cennet olsun diye yaşadığı bu cehennemden. (ondan geriye sayabilir misin
Can?)
Mathes. Sevgili Mathes. Senin için
neler bırakıldı arkada. Bir eski koca, çocuğa hazırlanmış bir kahvaltı, ölüme
bile isteye tanık edilen bir oğul, bir çalar saat, bir not, meraklı komşular,
komşuların çeneleri, kocaman yaşamaklar ve daha neler. Sana ve kavganıza neler
feda edildi Mathes.
Aklından geçen cümleler su gibi
yürüdü ruhunun her yanına. Yer açtı yıllardır raflarda beklettiği cesaretine, tuttu
kendi elinden. Bütün bu düşünceler
kendine ve buraya dair her şeyle birlikte akıp gitti içinden. Marketteki adam
kendini arabasının önüne attığında birden fark etti Sevinç…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder